11.09.2009

Kimseler Görmesin

Parlak, siyah bir jeep yolun tam ortasında durdu. Kapısı açıldı. İçinden siyah, kısa elbiseli bir küçük kadın indi. Yüzünde ''Eğer bana dokunursan incinirsin!'' tarzında bir ifade vardı. İncecik kaşları ve hokka burnunun arasına yerleştirdiği büyük camlı siyah gözlüğü kendisini bir mafya üyesi gibi hissetmesini sağlıyordu sanırım. Bembeyaz teni ve kocaman kırmızı dudakları adeta birbirine kur yapıyordu. Geceleyin ayı seyretmek gibiydi. Karanlık çökmüş olsa bile içini dışarıdan ısıtır gibi görünen ancak buz gibi bir kadındı. Onu tanıyordum. Mardeaux! Tabii ya! Görmeyeli sadece bir kaç yıl olmuştu ve yirmisine basmış olmalıydı...
Ama buna inanmıyordum. Yirmi yaşında olamazdı! Oturduğum tarafa doğru döndüğünde bileğindeki saate doğru gözlerim kaydı. O da üzerindeki ve içindekiler gibi simsiyahtı. Üzerinde hafif bir cam vardı. O kadar. Ayağındaki ince topuklu, kırmızı ayakkabılar bana annesinin bir zamanlar giymesine izin vermediği ayakkabılarını çalan küçük kızı hatırlatıyordu. İçine kapanık, her şeyini saklayan bir kızdı. Ve şimdi gördüğüm kadarıyla değişmişti. Ancak hala insanlara kendini tanıttığını düşün-e-miyordum. İmkansızdı.
Birden bana baktı. Tanrım, beni görmüş olmalıydı! Ona doğru, babasının kırdığı dişlerimle gülümsedim. Bana tiksinmiş gibi baktı... Portföy çantasını eline alıp parasını saydı. Yanıma kadar gelmeye çalışmadı. Oturduğum kahvehanenin kapısına doğru bir yüz bıraktı. Sanırım gülümsemem ona dişçiye gidecek param olmadığı içinmiş gibi gelmişti... Yüze baktım. Yanına kadar geldim. Elime o parayı aldım ve ona doğru yürümeye başladım. Bu sırada jeep'ine varmıştı. Çantasını nazikçe yan koltuğa bıraktı. İçine bindi. Onun ince kolundan tuttum ve kendime çektim. Başta çok şaşırdı. Böyle bir tepki verecebileceğimi tahmin etmiyor olmalıydı...
Kemikli yüzüne ve ellerine dokundum. Kalbinin hızla atmaya başladığını fark edebiliyordum. Gene sırıttım ve çantasının olduğu koltuğa onu bindirdim. Sürücü koltuğuna binip arabayı çalıştırdım. Ve tek kelime edemeden sürmeye başladım...
Dişçiye götürdüm ilk önce onu. Elinden tutup bir randevu aldık. Dişlerim için o yüzden daha çok vermeliydi. Bu sefer çantasına doğru sırıttım. Parayı ödedi ancak sessizliğini koruyordu. Heralde onu ormanda boğacağımı falan sanmıştı... Bana verdiği yüzü ona vererek daha çok yaklaştım. Ve eline tutuşturdum. İyi de yapmıştım...
Gözlüklerini çıkartıp yeşil gözleriyle bana içten bir şekilde gülümsedi. Küt saçlarının içine ellerimi daldırdım ve çenesini hafifçe yukarı kaldırıp makyajını tazeledim. Sanırım ona bir baba şefkati göstermeyeli çok oluyordu...
Dişçiden çıkınca bu sefer onu oturttum sürücü koltuğuna. Garip bir şekilde gülümsedi. Arabayı sürerken ona benim kim olduğumu hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana başını olumsuzca salladı ve gözleri doldu. Kocaman gözleri kıpkırmızıydı. Birden direksiyondan ellerini bıraktı ve çantasını eline alıp içinden bir silah çıkardı. Ve, silahı bana verdi.
Mardeaux...
Kikirdemeye başladı.
O an anladım. Arabayı sürmeyi bıraktığında yokuştaydık ve araba takla atmaya başladı. Hız tutkunu Mardeaux!
''Seni seviyorum Vicci.'' dedi ve beni öpmeye başladı. Araba takla atmaya başladı. Buradan sağ çıkamayıp ikimizi de öldürmüş olacaktı!
Ancak araba denizin olduğu diğer bir uçuruma savrulmadı. Araba durduğunda ojesi bile bozulmamıştı!
O an gene anladım.
Daha doğrusu anladığımı sandım. Arabayı kilitledi ve elimden yavaşça silahı aldı.
Gözlerinden hafif bir ışıltı geçti. Beni kandırmıştı. Kazadan sağ çıkacağımızı biliyordu. Arabadan çıktı.
Parfümü ''No.5''dı. Bunu dört yaşındaki doğum gününde ona ben almıştım ve o zamandan beri kullanıyordu! Kalın bir dal kopardı. Beni arabadan zorla dışarı çıkardı ve sordu:
-Kalbine kazık mı yoksa tabanca mı? Eğer kazık olursa kaza ile olduğunu sanırlar ve ben de buradan çok uğraşmadan elimi kolumu sallayarak giderim. Sence? Bak iyi seç, bu senin ölümün...
En azından bana karşı hala sevgi doluydu...
Ama benim bıçak taşıdığımı bilmiyordu. Gümüş, özenle parlatılmış ve yesyeni!
Gözlerini kaldırdım ve aynı anda birbirimize o cümleyi söyledik:
-Senden nefret etmiyorum...
Ona sarıldım, o da bana sarıldı. O ateş etti, ben de bıçağı sapladım ve sanırım gene yanlış yere sapladım...
Düşene bir de düşen vurmuş oldu.
Gözlerim kapanırken kendisine de bir el ateş etti, deli.
Ve böyle bir hikaye daha anlatıldı... Sadece kurgu ürünü olan!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kafamdaki taç var olduğu sürece...Yazsana?