Blog kisin daha eglenceli;
I'lari i yazmak zorunda kalmaz iken,
Telefondan uzak iken,
Kafada ders disinda bir bok olmaz iken...
Hatta agzimi toplamis iken...
Ama bu kis, gecen kistir
Kis ise yazdir
Ama ben benimdir
Agzini toplamis ben ve saygisiz farksizdir,
Ancak herkes aynidir...
25.08.2010
13.08.2010
12.08.2010
Bugün Her Varlığın Günü
Bugün gülüyorum çünkü gülmek istiyorum.
Bugün hiçbir şey hissetmiyorum çünkü coktan duygularımı bitirmişim.
Yaşlar gereksiz. Yaslar anlamsız. Yakarmalar garip.
İnanç belki. Veyahut yalan, istediğim...
Bugün her ne kadar ne kadar bir kötü gün olsa da;
Yahu bugün bir gün işte!
Günler anlam kazanır. Biz anlam yükleriz.
Alt tarafı bir gün bugün.
Belki de karalar giyip telefonumu kapattığım...
Belki de bir kaç arkadasıma blog'uma bakın dediğimde okuyacakları yanlış post'un bu post olduğunun günü...
Aslında evet, bugün kötü bir gün.
Çünkü bugünün anlamı tek değil benim için.
Ama şunu bilelim ki, hepimiz onu seviyoruz ve en çok da ben seviyorum.
Ayrıca, tek bir gün değil onun günü.
Her gün onu düşünüyorum ve düşündüğüm sürece her gün, herkesin günü.
Bu sadece bazen saklanmak isteyeceğim ama sonunda inimden çıkacağım ve iyi ki vardın, diyeceğim günün günü!
Babiş,
Ey kapanı! Ey kapanı!
Bugün hiçbir şey hissetmiyorum çünkü coktan duygularımı bitirmişim.
Yaşlar gereksiz. Yaslar anlamsız. Yakarmalar garip.
İnanç belki. Veyahut yalan, istediğim...
Bugün her ne kadar ne kadar bir kötü gün olsa da;
Yahu bugün bir gün işte!
Günler anlam kazanır. Biz anlam yükleriz.
Alt tarafı bir gün bugün.
Belki de karalar giyip telefonumu kapattığım...
Belki de bir kaç arkadasıma blog'uma bakın dediğimde okuyacakları yanlış post'un bu post olduğunun günü...
Aslında evet, bugün kötü bir gün.
Çünkü bugünün anlamı tek değil benim için.
Ama şunu bilelim ki, hepimiz onu seviyoruz ve en çok da ben seviyorum.
Ayrıca, tek bir gün değil onun günü.
Her gün onu düşünüyorum ve düşündüğüm sürece her gün, herkesin günü.
Bu sadece bazen saklanmak isteyeceğim ama sonunda inimden çıkacağım ve iyi ki vardın, diyeceğim günün günü!
Babiş,
Ey kapanı! Ey kapanı!
Geldiğin Gün, İçerideydim
-Bilmiyor muyum ben sanki... Doğum günümde, ölümümde, kutlamalarda, bayramda seyranda hiçbir zaman yanımda olmayacaksın. Seni takip ediyorum.
Sustuk.
Demek ki beni gözlüyor, diye düşünebileceğini hiç düşünmemiştim ama;
-Buna da gelmezsin. Hiçbir zaman hayatımda yer almayacaksın.
Nedenini biliyorum ancak kendime itiraf edemiyorum. Bunun bir teori olduğunu varsayıp her bir duygum gibi hepsini derinlere gömüyorum...
-Bu doğru değil.
-Hah, işte böyle, yalanla bana. Yalan söyle gerekirse. Kendini daha güçlü savun. Erkek gibi dövüş derler ya. Benim hiç hırsım olmadı. Senin de böyle olmanı kabullenemem.
Halbuki aslında çenesi gayet de düşüktür. Kavgada kendini savunur, sokakta kendini savunur, çekinmez...
Benim farklı bir şeklim. Ben de bana garip garip bakan, takip eden, sözle rahatsız eden insanlara karşı kendimi savunurum. Hatta fazla savunurum. Hava yağmurlu ise şemsiyemden, elimde hiçbir şey yoksa sözlerimden ya da bakışlarımdan, hatta ve hatta birkaç küçük yalanla bile kendimi korurum. Savunmama gerek yoktur. Ben aşağılarım.
-Biz böyle değildik, nerelere getirdin konuları, ...?
-Bir şey diyecektin?
-Demiyorum bir şey. Bitti mi?
"Nasıl tartışma bu kadar büyüdü anlamıyorum. Biz böyle değildik. İlk cicim ayları mı değiştirdi? Sı.ayım aylarına be! Ne problemi var benimle? Her gün böyle ki bu. İki gün çenesi dursa anlarım da, her gün. Her saat be abicim. Ben naapayım?"
Kesin gene bir şey düşünüyor gene, önüne baktığına göre... Hiç durmaz ki o. Ne zaman boş baksa, bakmayıp da bakışlarını kaydırsa bilirim ki o bir düşünce akışını engelleyememiştir. Etraftaki kızlara bakmadığını anlarım en azından...
":D"
Aynen öyle.
-En son içecektik...
-Ha?
-Ben gidiyorum. Tutamadığın sözlerden birini gene başına kakıyordum en son.
"Off..."
-Alo?
-Nooldu?
-Moralim bozuk.
-Gene kızla mı ilgili.
-Hıı evet.
-Napıyorsunuz böyle anlamıyorum ki ben, bak beni biliyorsun sizi böyle soğuk soğuk görünce gözlerim doluyor, ne kadar üzülüyorum...bıdı bıdı.
-Ha neyse ben kapıyorum.
-?!
-Hadi.
"Benimki bana ne güle güle der kapatırken ne öptüm. Ne de seni seviyorum"
-Ya ne alaka ki? Diyemem böyle şeyler.
-Pardon bebek?
-Ya tamam da ben herkes gibi mıçmıç vıçvıç artık neyse işte, onlardan olamam. Olmam yani. Tamam seni seviyorum da, kaç yaşındayız?
-Şu yaştayız, hala senden sevgi görünce şaşırıyorum.
-Siz birlikteyken...
-Evet bir öncekini bana ayarlama fikrini sen bulmuşsun da napayım kızım?
-Kızım deme bana!
Bıdı bıdı...
-Geç geldin?
-Ben bitirmek istiyorum.
-Biz böyle değilmişiz. Değildik. Bunları diyeceksen boşuna deme. Hiç "biz" olmadık. Hep ben, hep sen.
Bıdı bıdı... Kırılan tabak çanak. Değerli olanları atmıyoruz ama. Sürekli sirtakide kalp.
-Sen bencilsin.
Hepimiz öyleyiz ki.
Olanlardan sonra her şeyimi topladım. Sırtıma attım. Daha doğrusu atmadan önce ona sürpriz yapacak olduğum biletleri ve vize saçmalıklarını topladım. Sırtçantama tıkıştırdım. Benim için verilen "Güle Güle" partime katıldık.
Ortalarına doğru dışarı çıkmışız ikimiz de. Merdivenlerde oturduk. Onu gördüm. Oturdum. Oturdu. Oturduk beraber.
-Gidiyorsun. Ne çabuk. Bitirmeye karar verdiğimiz anda bilgisayar başına geçmenin sebebi demek ki...
-Senden kaçıştı. İki biletimiz vardı. Seninkini iptal ettim. Ne var? Ne o bakış?
-Tabii en son haberi ben alırım ya...
-Bu son günüm. Biraz kes istersen.
-Senin deyişinle, aslında teknik olarak yarın da var ve iki gün ediyor.
-Başlatma.
-Gitmek zorunda değilsin.
Zaten gidecektim. Zaten ayrılacaktık. Evet yani, belki yaptığım garip ve uç olmuştu. Ama olan kısacası şuydu; başvurumun kabul edildiği andan itibaren buraya gideceğime emindim. Ben de okulun açılışına kadar beklemeden hemen kaçtım. Ha üç ay, ha bir ay. Erkenden gidersem avantajlıydım.
-Şimdi sen gideceksin ya. Hep bu anı beklemiştik. Ben kaçmıştım bundan, sense üstlenmiştin. Büyük bir kalbin var. Çok cesursun.
-Gidecektim zaten.
-Ama işte gideceksin ya!..
Ne demeye çalışıyor ki?
-Bir daha geri dönmeyeksin.
-Daha iyi ya. Bana 4 yıl önce ben çocuklardan nefret sense severken demiştin ki, 20 yıl sonra çocuğunu sevmeye geliriz. Çocuk hala istemiyorum ama eğer olursa senden olmaz. Sevmeye gelirsin anca.
Ve evet bir daha asla dönmedim o şehre, o ülkeye...
Onu da orada acı içinde bıraktım.
Akşam havaalanındayken onu gördüm. Ağlaştık. Gizlice. Ardından uçağım havalandı. Ve bir daha onunla ancak yüzyüze olarak o geldiğinde konuştuk. Ya da hayatımdaki değişikliklerden haberdar ettiğim mail gurubuma attığım e-postalardan. O da konuşmak değil. Tebrikler cevabı bile zor yazanlardan oldu o da...
Ben de kendimde en büyük değişikliği dövmelerim, piercinglerim ve "kaşlarım"la yaptım. Kimi insan saç boyatır, ben de kaşlarımı boyattım. Hep rengarenk oldu. Beyaz bile olduğu oldu. Bazısı alışveriş yapar. Ben onu da yaptım.
En popüler kızlardan biriydim. Kısa sürede parti kızlarından biriydim. Dans dışında her sanat dalında adım vardı. Tanındım.
Modellik yaptım. Operada söyledim. Tablolarım var. Animasyonlarım. Kontrbasım. Kare kare hayatım, bir de!
Hem de ne kareler..!
Bir de yeşil arabam. Kaşlarım gibi...
Geldiğinde tek yaptığımız susmak ve gözlerimizin içine bakmaktı. Bende kaldı. Benim gene gidişime denk geldi onun gelişi. Hayatıma girişleri de hep böyleydi. Kabul gelmiş, ben gene bambaşka bir ülkeye uçarken...
-Bunu yapmak zorunda mısın?
Sorması bile saçma. Ben de cevaplamadım. Geldi, elimi tuttu. Birbirimize sarılarak ağladık.
Gene erken çıkmış olacaktım yola. "3 ay, 3 aydır. Yıl değil!" derken, ve gene bunu tartışırken, arabadan tam indiğim sırada oldu. Birbirimize veda ettik. Ben bir beş dakika daha kalabileceğimi söyledim. Acelem yoktu. Bir hayli erkenciydik.
O beş dakika bittiği an, kopmak istemedim.
-Bu sefer uzun sürmesin sessizlik.
-Değil mi...
"Sesim anca mırıldanır gibi çıkıyor..."
-Bir seferinde Nantes'e gideriz belki. Sadece sen, ben ve tüm sevdiklerimiz!
-Sahi, senin sözün vardı.
-Sözümü tutacağım! Bir 3 sene bekle. Aaa...
-Ne oldu?
-Sen evli misin?
-Hayır.
-Biriyle görüşmen falan?
-Sen?
-Ben?
Başlar önde eğik gene...
-Evlenecek misin peki?
-Bu ne demek oluyor şimdi?
-Tabii ki de evleneceksin... Düğününde ve çocuğun doğduğunda gelirim yanına. Bir uçağa bakar o zaman.
İşte o zaman ilk defa yanında hüngür hüngür ağlamaya başladım... Eh, şaşırdı haliyle.
-İlk defa birinin yanında bu kadar güçsüzüm. Sakın dalga geçme ve birine anlatma!
-Tamam.
Dedi, birbirimize sarıldık. Tam o sırada, ayrıldığımız anda, bir adam gördüm. Bana doğru geldi, bana doğru baktı. Gözleri kocaman açılmıştı. Gözbebekleri kapkaraydı. Büyümüştü ve korkuyla bakıyordu. Tam o sırada, iki el atış duydum. Birden tekrar sarıldım ona. Bu sefer tırnaklarımı batırıyor ve canını acıtıyordum. Anlamadı herhalde ki,
-Şşş, geçti, tamam, buradayım.
Dedi ve ben o sırada ayaklarımın yerin altından kaydığını ve başımın döndüğünü hissettim. Kokusunu içime çektim. bu hayatın kokusuydu çünkü.
Bayılırken ki birkaç saniyeyi daha hatırlıyorum ve onları da aktaracağım...
Birden benim ellerinden kaydığımı hissetti. Adımı bağırdı. Haykırdı. Defalarca! Herkes bize bakıyordu. Eğer sesim çıksaydı, herkes bize bakıyor, diye kızabilirdim. Sonra ellerine bulaşan ıslaklık ve üzerinde hissettiği sıcaklık onu şoka soktu. O sırada yere sertçe çarptım. O da inlemeye başladı. Belki de yarım saat boyunca o kan gölünün üzerinde yattık...
Kendimi hastahanede buldum. Biraz gecikmiştim uçağa...
O da oradaydı. Ama bir daha gözlerimi kapattığım anda yokoldu.
Öyle gözleri kan çanağı halde görmek korkunçtu. Elimi tutuyor ve ağlıyordu. Gözlerimi açtığım anda, heyecanla doktoru çağırdı.
Oradan çıktığım anda ilk iş varacağım yere varmak olacaktı. Oldu da.
Son senem...
Eve dönebilirdim. Dönmedim. Oradan tanıştığım bir çocukla beraber oturmayı düşündük. Gene farklı bir ülke. Gittik. Sakinlik aramıyorduk. Sessizlik yalnızlık demekti. Korkunçtu...
Bir akşam eve döndüğümde kapı aralık, bağırışmalar geliyordu. Kendimi savunacağım hiçbir şey yoktu evde. Bıçak alma riskini göze almadım. Zaten o her kimse, elimden alıp beni kesebilirdi, değil mi?
Arkadan gizlice yaklaştım. Ben şanslı bir insandım hayatım, çünkü adam geldiğimi anlamadı ve üstüne üstlük elinde tabanca vardı. Bir hırsızın elinde tabanca olup olmaması önemli değildir, tercihimiz olmamasıdır ama ya tabanca yerine başka bir şey olsaydı?
Neyse, ben de arkasına elimdeki anahtarı dayadım. Soğukkanlılığa gerek var mıydı? Belki elimdekinin kesici bir alet olduğunu düşünürdü? Umardım. Aynı anda da polisi aradım. Adam bir şey yapamadı. Bunun anlamı, yine geleceğim, olabilir miydi? Geldiklerinde ve beni elimde anahtarla gördüğünde hiçbir şey yapmadı.
İşte bu anlamadığım bir anı.
Hani ben hep; hiçbir yere ait değilim, hiç yaşlanmayacağım diye ergen tavırları yapıyorum ya. Oldu bu yahu. Tavır değilmiş bu. İçgüdü...
O, evlendi. Bir çocuğu oldu. Ben ölmeden önce... Ben gene bir araba kazası geçirdim. Bu sefer ki ölü bendim. Herkes yara almadan kurtuldu. Benim yazdığım kitaplarım oldu. Müzik yaptım. Kısacası hızlı yaşadım ve her şeye sahip oldum.
Çok içtim. Çok okudum. Her şeyin kısa sürebileceğini çok küçük yaşta öğrenmiştim.
Arabadan ilk çıkan bendim. Vücuduma doğru yürüdüm.
Cenazem Nantes'de oldu. Her zaman istediğim gibi... Herkes orada buluştu. Ve biliyor musunuz, tüm sevdiklerim orada buluştu. Söz verdiğim gibi...
Mutluyum.
Sustuk.
Demek ki beni gözlüyor, diye düşünebileceğini hiç düşünmemiştim ama;
-Buna da gelmezsin. Hiçbir zaman hayatımda yer almayacaksın.
Nedenini biliyorum ancak kendime itiraf edemiyorum. Bunun bir teori olduğunu varsayıp her bir duygum gibi hepsini derinlere gömüyorum...
-Bu doğru değil.
-Hah, işte böyle, yalanla bana. Yalan söyle gerekirse. Kendini daha güçlü savun. Erkek gibi dövüş derler ya. Benim hiç hırsım olmadı. Senin de böyle olmanı kabullenemem.
Halbuki aslında çenesi gayet de düşüktür. Kavgada kendini savunur, sokakta kendini savunur, çekinmez...
Benim farklı bir şeklim. Ben de bana garip garip bakan, takip eden, sözle rahatsız eden insanlara karşı kendimi savunurum. Hatta fazla savunurum. Hava yağmurlu ise şemsiyemden, elimde hiçbir şey yoksa sözlerimden ya da bakışlarımdan, hatta ve hatta birkaç küçük yalanla bile kendimi korurum. Savunmama gerek yoktur. Ben aşağılarım.
-Biz böyle değildik, nerelere getirdin konuları, ...?
-Bir şey diyecektin?
-Demiyorum bir şey. Bitti mi?
"Nasıl tartışma bu kadar büyüdü anlamıyorum. Biz böyle değildik. İlk cicim ayları mı değiştirdi? Sı.ayım aylarına be! Ne problemi var benimle? Her gün böyle ki bu. İki gün çenesi dursa anlarım da, her gün. Her saat be abicim. Ben naapayım?"
Kesin gene bir şey düşünüyor gene, önüne baktığına göre... Hiç durmaz ki o. Ne zaman boş baksa, bakmayıp da bakışlarını kaydırsa bilirim ki o bir düşünce akışını engelleyememiştir. Etraftaki kızlara bakmadığını anlarım en azından...
":D"
Aynen öyle.
-En son içecektik...
-Ha?
-Ben gidiyorum. Tutamadığın sözlerden birini gene başına kakıyordum en son.
"Off..."
-Alo?
-Nooldu?
-Moralim bozuk.
-Gene kızla mı ilgili.
-Hıı evet.
-Napıyorsunuz böyle anlamıyorum ki ben, bak beni biliyorsun sizi böyle soğuk soğuk görünce gözlerim doluyor, ne kadar üzülüyorum...bıdı bıdı.
-Ha neyse ben kapıyorum.
-?!
-Hadi.
"Benimki bana ne güle güle der kapatırken ne öptüm. Ne de seni seviyorum"
-Ya ne alaka ki? Diyemem böyle şeyler.
-Pardon bebek?
-Ya tamam da ben herkes gibi mıçmıç vıçvıç artık neyse işte, onlardan olamam. Olmam yani. Tamam seni seviyorum da, kaç yaşındayız?
-Şu yaştayız, hala senden sevgi görünce şaşırıyorum.
-Siz birlikteyken...
-Evet bir öncekini bana ayarlama fikrini sen bulmuşsun da napayım kızım?
-Kızım deme bana!
Bıdı bıdı...
-Geç geldin?
-Ben bitirmek istiyorum.
-Biz böyle değilmişiz. Değildik. Bunları diyeceksen boşuna deme. Hiç "biz" olmadık. Hep ben, hep sen.
Bıdı bıdı... Kırılan tabak çanak. Değerli olanları atmıyoruz ama. Sürekli sirtakide kalp.
-Sen bencilsin.
Hepimiz öyleyiz ki.
Olanlardan sonra her şeyimi topladım. Sırtıma attım. Daha doğrusu atmadan önce ona sürpriz yapacak olduğum biletleri ve vize saçmalıklarını topladım. Sırtçantama tıkıştırdım. Benim için verilen "Güle Güle" partime katıldık.
Ortalarına doğru dışarı çıkmışız ikimiz de. Merdivenlerde oturduk. Onu gördüm. Oturdum. Oturdu. Oturduk beraber.
-Gidiyorsun. Ne çabuk. Bitirmeye karar verdiğimiz anda bilgisayar başına geçmenin sebebi demek ki...
-Senden kaçıştı. İki biletimiz vardı. Seninkini iptal ettim. Ne var? Ne o bakış?
-Tabii en son haberi ben alırım ya...
-Bu son günüm. Biraz kes istersen.
-Senin deyişinle, aslında teknik olarak yarın da var ve iki gün ediyor.
-Başlatma.
-Gitmek zorunda değilsin.
Zaten gidecektim. Zaten ayrılacaktık. Evet yani, belki yaptığım garip ve uç olmuştu. Ama olan kısacası şuydu; başvurumun kabul edildiği andan itibaren buraya gideceğime emindim. Ben de okulun açılışına kadar beklemeden hemen kaçtım. Ha üç ay, ha bir ay. Erkenden gidersem avantajlıydım.
-Şimdi sen gideceksin ya. Hep bu anı beklemiştik. Ben kaçmıştım bundan, sense üstlenmiştin. Büyük bir kalbin var. Çok cesursun.
-Gidecektim zaten.
-Ama işte gideceksin ya!..
Ne demeye çalışıyor ki?
-Bir daha geri dönmeyeksin.
-Daha iyi ya. Bana 4 yıl önce ben çocuklardan nefret sense severken demiştin ki, 20 yıl sonra çocuğunu sevmeye geliriz. Çocuk hala istemiyorum ama eğer olursa senden olmaz. Sevmeye gelirsin anca.
Ve evet bir daha asla dönmedim o şehre, o ülkeye...
Onu da orada acı içinde bıraktım.
Akşam havaalanındayken onu gördüm. Ağlaştık. Gizlice. Ardından uçağım havalandı. Ve bir daha onunla ancak yüzyüze olarak o geldiğinde konuştuk. Ya da hayatımdaki değişikliklerden haberdar ettiğim mail gurubuma attığım e-postalardan. O da konuşmak değil. Tebrikler cevabı bile zor yazanlardan oldu o da...
Ben de kendimde en büyük değişikliği dövmelerim, piercinglerim ve "kaşlarım"la yaptım. Kimi insan saç boyatır, ben de kaşlarımı boyattım. Hep rengarenk oldu. Beyaz bile olduğu oldu. Bazısı alışveriş yapar. Ben onu da yaptım.
En popüler kızlardan biriydim. Kısa sürede parti kızlarından biriydim. Dans dışında her sanat dalında adım vardı. Tanındım.
Modellik yaptım. Operada söyledim. Tablolarım var. Animasyonlarım. Kontrbasım. Kare kare hayatım, bir de!
Hem de ne kareler..!
Bir de yeşil arabam. Kaşlarım gibi...
Geldiğinde tek yaptığımız susmak ve gözlerimizin içine bakmaktı. Bende kaldı. Benim gene gidişime denk geldi onun gelişi. Hayatıma girişleri de hep böyleydi. Kabul gelmiş, ben gene bambaşka bir ülkeye uçarken...
-Bunu yapmak zorunda mısın?
Sorması bile saçma. Ben de cevaplamadım. Geldi, elimi tuttu. Birbirimize sarılarak ağladık.
Gene erken çıkmış olacaktım yola. "3 ay, 3 aydır. Yıl değil!" derken, ve gene bunu tartışırken, arabadan tam indiğim sırada oldu. Birbirimize veda ettik. Ben bir beş dakika daha kalabileceğimi söyledim. Acelem yoktu. Bir hayli erkenciydik.
O beş dakika bittiği an, kopmak istemedim.
-Bu sefer uzun sürmesin sessizlik.
-Değil mi...
"Sesim anca mırıldanır gibi çıkıyor..."
-Bir seferinde Nantes'e gideriz belki. Sadece sen, ben ve tüm sevdiklerimiz!
-Sahi, senin sözün vardı.
-Sözümü tutacağım! Bir 3 sene bekle. Aaa...
-Ne oldu?
-Sen evli misin?
-Hayır.
-Biriyle görüşmen falan?
-Sen?
-Ben?
Başlar önde eğik gene...
-Evlenecek misin peki?
-Bu ne demek oluyor şimdi?
-Tabii ki de evleneceksin... Düğününde ve çocuğun doğduğunda gelirim yanına. Bir uçağa bakar o zaman.
İşte o zaman ilk defa yanında hüngür hüngür ağlamaya başladım... Eh, şaşırdı haliyle.
-İlk defa birinin yanında bu kadar güçsüzüm. Sakın dalga geçme ve birine anlatma!
-Tamam.
Dedi, birbirimize sarıldık. Tam o sırada, ayrıldığımız anda, bir adam gördüm. Bana doğru geldi, bana doğru baktı. Gözleri kocaman açılmıştı. Gözbebekleri kapkaraydı. Büyümüştü ve korkuyla bakıyordu. Tam o sırada, iki el atış duydum. Birden tekrar sarıldım ona. Bu sefer tırnaklarımı batırıyor ve canını acıtıyordum. Anlamadı herhalde ki,
-Şşş, geçti, tamam, buradayım.
Dedi ve ben o sırada ayaklarımın yerin altından kaydığını ve başımın döndüğünü hissettim. Kokusunu içime çektim. bu hayatın kokusuydu çünkü.
Bayılırken ki birkaç saniyeyi daha hatırlıyorum ve onları da aktaracağım...
Birden benim ellerinden kaydığımı hissetti. Adımı bağırdı. Haykırdı. Defalarca! Herkes bize bakıyordu. Eğer sesim çıksaydı, herkes bize bakıyor, diye kızabilirdim. Sonra ellerine bulaşan ıslaklık ve üzerinde hissettiği sıcaklık onu şoka soktu. O sırada yere sertçe çarptım. O da inlemeye başladı. Belki de yarım saat boyunca o kan gölünün üzerinde yattık...
Kendimi hastahanede buldum. Biraz gecikmiştim uçağa...
O da oradaydı. Ama bir daha gözlerimi kapattığım anda yokoldu.
Öyle gözleri kan çanağı halde görmek korkunçtu. Elimi tutuyor ve ağlıyordu. Gözlerimi açtığım anda, heyecanla doktoru çağırdı.
Oradan çıktığım anda ilk iş varacağım yere varmak olacaktı. Oldu da.
Son senem...
Eve dönebilirdim. Dönmedim. Oradan tanıştığım bir çocukla beraber oturmayı düşündük. Gene farklı bir ülke. Gittik. Sakinlik aramıyorduk. Sessizlik yalnızlık demekti. Korkunçtu...
Bir akşam eve döndüğümde kapı aralık, bağırışmalar geliyordu. Kendimi savunacağım hiçbir şey yoktu evde. Bıçak alma riskini göze almadım. Zaten o her kimse, elimden alıp beni kesebilirdi, değil mi?
Arkadan gizlice yaklaştım. Ben şanslı bir insandım hayatım, çünkü adam geldiğimi anlamadı ve üstüne üstlük elinde tabanca vardı. Bir hırsızın elinde tabanca olup olmaması önemli değildir, tercihimiz olmamasıdır ama ya tabanca yerine başka bir şey olsaydı?
Neyse, ben de arkasına elimdeki anahtarı dayadım. Soğukkanlılığa gerek var mıydı? Belki elimdekinin kesici bir alet olduğunu düşünürdü? Umardım. Aynı anda da polisi aradım. Adam bir şey yapamadı. Bunun anlamı, yine geleceğim, olabilir miydi? Geldiklerinde ve beni elimde anahtarla gördüğünde hiçbir şey yapmadı.
İşte bu anlamadığım bir anı.
Hani ben hep; hiçbir yere ait değilim, hiç yaşlanmayacağım diye ergen tavırları yapıyorum ya. Oldu bu yahu. Tavır değilmiş bu. İçgüdü...
O, evlendi. Bir çocuğu oldu. Ben ölmeden önce... Ben gene bir araba kazası geçirdim. Bu sefer ki ölü bendim. Herkes yara almadan kurtuldu. Benim yazdığım kitaplarım oldu. Müzik yaptım. Kısacası hızlı yaşadım ve her şeye sahip oldum.
Çok içtim. Çok okudum. Her şeyin kısa sürebileceğini çok küçük yaşta öğrenmiştim.
Arabadan ilk çıkan bendim. Vücuduma doğru yürüdüm.
Cenazem Nantes'de oldu. Her zaman istediğim gibi... Herkes orada buluştu. Ve biliyor musunuz, tüm sevdiklerim orada buluştu. Söz verdiğim gibi...
Mutluyum.
Adam
Merak etme kalbim,
Kötülükten hiçbir zaman ölmezsin...
Acı çekene kadar iyilik edersin sen,
Sen kötü değilsin
Suç muç neyine
Sanki bundan adam ölürmüş
Sen bencil ve kalpsizsin, kalbim
Yoksun ki de öleceksin
Kötülükten hiçbir zaman ölmezsin...
Acı çekene kadar iyilik edersin sen,
Sen kötü değilsin
Suç muç neyine
Sanki bundan adam ölürmüş
Sen bencil ve kalpsizsin, kalbim
Yoksun ki de öleceksin
5.08.2010
Down In The Boondocks
İki piercing: dilime ve kaşıma.
İki kulak deliği: aşağıya (4.) ve kıkırdağıma.
Dövme'm.
İstiyorum.
Hillbilly...
İki kulak deliği: aşağıya (4.) ve kıkırdağıma.
Dövme'm.
İstiyorum.
Hillbilly...
2.08.2010
Nantes
Kimsenin bilmediği, kimsenin anlayamayacağı, kimsenin hissedemeyeceği, kimsenin göremeyeceği'ne aşık oldum ben. Ama tepeden tırnağa, gözlerim karanlıklarını göremeyecek kadar ümitsizce. Bana ilham verip benden geri alan, hırslı, tutkulu ve gerçek bir aşık bu sevdiceğim. Gerçekten kalpten sevdiğim...
Belki böyle olmaması gerekirdi. Herhalde. Böyle umutsuzca bir kez daha görmek için beklemek, rüyalarıma girmesiyle delirmem, herkese anlatmam... Hiçbir sevgi bu kadar derin olamaz. Bizim aramızdaki kadar...
Adına ne yazılır, bilemediğim bir sevgi bu. Halbuki ben gördüğüm resimlerini nicelerine daha benzetebilirim. Bu kozmopolit yapısı mı beni büyüleyen? Bilmem. O kadar güzel ki ama, gözlerimi, ellerimi, sesimi, ayaklarımı, fikirlerimi ilk orada hissettim. Sanırım bu yüzden herkes geri dönmeye bu kadar istekliyken, ben, beni burada bıraksanız, sorumda ciddiydim. Gittim, geldim, neredeyse altı ay geçti. Ben hala özlüyorum.
Bu aşk Nantes'e. O.
Hayatımda gördüğüm en özgün, en güzel, en şık şehir; en yakışıklı erkek benim için. Gerçekten özlüyorum.
Evimi sonunda buldum. Hep aramıştım ben... Hiçbir yere ait hissetmiyorum derdim ama burayı da kendimden çok sevmiştim. İnsan nasıl doğduğu yeri yargılar? Asla yapmam, asla sevmeyi bırakamam. Ama sadece orası işte beni farklı hissettiren.
Keşke bir kere daha görsem, keşke biraz daha kalsam.
Kucağına yatsam Nantes'in, o da benimle rüzgar olsa, esse, masallar anlatsa. Yollarının üzerinde yaşanmışlıkları...
Belki böyle olmaması gerekirdi. Herhalde. Böyle umutsuzca bir kez daha görmek için beklemek, rüyalarıma girmesiyle delirmem, herkese anlatmam... Hiçbir sevgi bu kadar derin olamaz. Bizim aramızdaki kadar...
Adına ne yazılır, bilemediğim bir sevgi bu. Halbuki ben gördüğüm resimlerini nicelerine daha benzetebilirim. Bu kozmopolit yapısı mı beni büyüleyen? Bilmem. O kadar güzel ki ama, gözlerimi, ellerimi, sesimi, ayaklarımı, fikirlerimi ilk orada hissettim. Sanırım bu yüzden herkes geri dönmeye bu kadar istekliyken, ben, beni burada bıraksanız, sorumda ciddiydim. Gittim, geldim, neredeyse altı ay geçti. Ben hala özlüyorum.
Bu aşk Nantes'e. O.
Hayatımda gördüğüm en özgün, en güzel, en şık şehir; en yakışıklı erkek benim için. Gerçekten özlüyorum.
Evimi sonunda buldum. Hep aramıştım ben... Hiçbir yere ait hissetmiyorum derdim ama burayı da kendimden çok sevmiştim. İnsan nasıl doğduğu yeri yargılar? Asla yapmam, asla sevmeyi bırakamam. Ama sadece orası işte beni farklı hissettiren.
Keşke bir kere daha görsem, keşke biraz daha kalsam.
Kucağına yatsam Nantes'in, o da benimle rüzgar olsa, esse, masallar anlatsa. Yollarının üzerinde yaşanmışlıkları...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)