29.09.2009

La terreur

''Lokasyonunu girer misin?''
Lokasyon ne? Türkçesi yok mu bunun? Bir sürü yabancı dilden geçen sözcük var zaten neden herkes bir tane daha eklemek peşinde? Sömürge devlet olmak güzel sanki. Ne ismi var, ne dili var, ne de tarihi var. Bir tek bu konuya takan ben değilim ama sıkıldım. Her yerde abajur diye bildiğimiz, yazdığımız, her yere konuk ettiğimiz kelimenin Fransızcası l'abat jour. Alkol l'alcool; Ansiklopedi l'encyclopédie... dahası da var! Kahretsin. Sıkıldım. Her yerde kendi kelimelerimi görmek, Türkçe konuşmak istiyorum.
Bit.

Kadı Yemez Haram Diye Bir Şey Duydum Senden

Ya sıkıldım bütün gün, çalışmam lazım, üçüncü hafta; beşten fazla sınav olduk, yetmedi altıncıya çalışıyorum! Yok böyle bir şey. Aşırı sıkıldım, kafam patlayacak gibi. Keşke haftasonu çabuk gelse. Ve bir sonraki.
Ve bir sonraki... Doğum günüm gelse!

28.09.2009

Uyku ve Badem

Bir uyku
Bu gece
Bambaşka olan
Sessiz sedasız

Geçen göçen insanlar
OBuŞu benim için
Ellerimden
İnsafsız, ben

Ah, neden daha acıtıyor papatyam?
Gözlerimden akan bir dua
Bir yaş kayıyor al
Yanaklarıma

Bir sızı var içimde
Kurumuş bir de yara
Korkuyor gökyüzünde
Aşağıya koşmaya

Neden bu buhar evde
Kaynaşsa ya duvarlarla
Mutsuz etmesin beni göz göre
Geçirmesi imkansızsa

Neden vuruyor bedenime
Tek tek düşse parçalar
Parçalansa her yerde
Bıraktığın anda, yalpalasa

Bilmem kim geliyor yine
Üzerimde bir kaç isim
Gene mi bekliyorum, her gece
Gelmeyecek ki buraya

Düşer mi istediğim bana
Önüme, arkaya, etrafa
Bir kış daha geçse istemem
Bu kez kalsın toprakta

Meçhul sanıklar geri dönüşüme
Girse bu kez parmaklara
Yuva yapsa yüzüne
Kapatsam azıcık beddua
Minik kadın'a...

Ehh

Çok sıkıldım. Çok!
Ek dil öğrenmeye başladığımdan beri Türkçe, Almanca, İngilizce ve Fransızca düşünüyorum. Kafam karman çorman! Sevgili aile fertlerim de biraz fazla iyiliğimi istediğinden ekstra çalışma baskısı uyguluyorlar. Halbuki sabah altıda kalk, on buçuk-on bir de yat; bu süre zarfında sekiz saat ders gör, kolay değil! Ben başkaları iteklemeden de adım atabilirim...
Aman, neyse. Sanki en büyük derdim de yakınıyorum. En azından kötü bir şey değil bu. Önümde kullanmam için her olanak var. Olmayanı bile yaratabilecek bir annem var.
Bugün aslında garip bir gün. Çabuk geçiyor, hoş dediğimin partneri arkadaşlarımdan birinin arkadaşı çıkıyor, benim bu arkadaşım da bana başka bir arkadaşımdan selamlar getiriyor falan... Çok ilginç. Bir de beden öğretmeni hiçbir kızda malzeme yok diye azarlamadı da. Güzel. Mümkün olduğunca böyle gidelim. Ben memnunum en azından.
Aslında kafamda konuşulanlar yerine içimdekileri aktarsam buraya herhalde şok geçirirdiniz. Çok doluyum. Çok!

27.09.2009

Gelecek Geri

Çalışmak istemiyorum
Eğer sonunda işsiz kalacaksam
Ben de bir memur olmayı
Ya sensiz olursam?

Bir dilek tutup
Yıldız kaydırmak zorla
İstiyorum bu sefer
Hayata dolu ellerle tutunmayı
Yığınla...

Geçip gidecek bir heves
Şu hep yapmak istediklerim
Güzel giyinmek, kaliteli yaşamak
Eğer renkler solmayacaksa
Daha çok isterim
Geçmeden...

Kargacık burgacık ikilemeleri yapmakla
Yapmamanın arasında
Fark yoksa?
Ya ben ne olacağım
Cümleler okutulan dille alakasızsa?

Bizim de bir farkımız olmalı
Her noktalama işaretini kullananlardan
Kullanan diğerleri olarak
Kullanamayanlardan da...

Biraz değişik harfler, biraz ilginç
Gitmeden gemi sonuna kadar
Tutmasına izin verirsem elimi
Ne gelecek ki geri?

Üst

Gerçekten çok dolu bir insanım.
Mesela şimdi çalışmam gereken bir Fransızca'm, yemem gereken bir brownie, beklemem gereken bir anneanne ve 3 dk. sonra brownie'm yanmasın diye uyarmam gereken bir annem var. Evet, hayat güzel.
Bazı şeylerden kaçmayı istiyorum aslında. Bazı insanlardan... Tabii bu kişiler ailem, arkadaşlarım değil. Delirmedim. Ama kaçmak güzel olurdu. En azından eski sevgilimle arkadaş kalabilseydik... Ya da arkadaş olmayı bir kere olsun denemek isteseydi. Güzel olurdu. Çok isterdim hem de! Dürüst olduğun sürece gidecek bir ilişki. Tamam, aynısını başkalarıyla da denedim. En azından biz de beraber olmayı denedik. Denemedik değil. Ve başlarda ona tapmamı kullandı, güldü, aşağıladı, bir süre sevdi. Şimdi de tapınmam geçti bitti. O ise ancak şimdi benim her şeyi affeden yufka yüreğimin farkına vardı, sevdi sanırım biraz. Sonra da başarılarımdan korkmaya başladı. Hatta başladığı an da dile getirdi. Ve gene yalan söyledim.
Ben asla öyle havalanmayacak, ondan ayrılmayacaktım. Bunu söylerken bile başkasıyla ilgileniyordum sanırım.
20 Eylül'e kadar devam etti. Ben bitirdim bu sefer. Kendimi zorlu bir savaştan çıkmış ama uğraşıya değmiş gibi hissediyorum. Bitirmeyi öğrendim çünkü. Bu koca savaşta ben karar alıp uygulamayı öğrendim. Bir de Türkçe dersinde o -ıp ekinden sonra -ismi vardı da hatırlayamıyorum- virgül kullanılmayacağını öğrendim. Güzel oldu. Doğru yazıyorum artık. Yazım kılavuzu gibiyim. Biraz yalancısı hani...
Gülüyorum şuan da kendime. Her mahvettiğim şeyin ardından ''Banane!'' diyebilecek kadar umursamaz ve bencilim. Sokaktaki boş kafalılardan tek farkım beynimin kıvrımlarının daha fazla olması ve doğru yerde doğru şeyi savunmam. Biraz daha uçarı olmamı da sayardım ama şimdi o konuya girmek gibi bir niyetim yok.
Klavyeniz sağlam, okunacaklarınız bol olsun.

21.09.2009

Ne Denilir?

Blog'umu uzun zamandır açamıyorum. Kısacası kafamda bir sürü şey birikti ancak ilk önce klavyeye yansıtmak, sonra da ekranda görmenin mutluluğunu yavaşça çıkarmak istiyorum. Daha zamanımız var diyebilirim... Eğer yoksa kendimi kandırmış olmaktan eğleneceğimi sanmıyorum.
Bazen yaptıklarımın nedenlerini sorguluyorum. Mesela demin devrik cümle kurup yazdığımı okuduğumda vazgeçip yazdığımı kurallı cümleye geçirmeminki gibi... Saçmaladığımı bilmeme rağmen değişemiyorum. Değişmek işime gelmiyor da denebilir. Hayatım bir şeyleri almak üzerine kurulu ve dürüst olmak gerekirse tek geri verdiğim şey vücudumdan çıkan atıklar. Kendime hayranım...
Dün yaptığımın da açıklaması yok. Dün eskiden sevdiğim şeyleri elimin tersiyle bir kenara ittim. Ve, bu sefer yerlerde sürünüyorlar. Geri gelmesini istemediğim şeyleri savurdum ancak geçen bir kaç saat öncesine kadar kalbim düşüncelerle atıyordu. Sanırım bu şekilde devam etmemesinin sebebi sodayı hızlı içmem. Neyse, düşünebilme özelliğinin insanları hayvanlardan ayıran bir özellik olduğuna inanmadığım gibi sadece uykulu olduğum gerçeğine de inanmıyorum. Ama kendimi haklı çıkarmam için bir sebep yok. Var aslında ama bu sefer savunmayacağım.
Çekiştirilmem; sevilmemem; bir alışkanlık, bir oyuncak bebek yerine geçirilmem beni haklı çıkarabilirdi. Bunu ona söyleyebilirdim o bana ''neden?'' derken. Ya da bana ''başka biri mi?'' derken. Bu seferlik yalan söyledim. İşte, yok gibi basit kelimelerle atlatabildim ama elimde kalan baştakiyle aynı. Sadece şuan koşa koşa onun yanına gidebilirim ''özgürce''. İstediğim bu muydu? Eh...
Mutluyum. Mutlu olacağım. Hatta kendime izlenecek filmler liste bile yaptım. Taking Chance, Grey Gardens, Into The Storm, Little Dorrit, Coco Chanel ve tekrar izlemeyi planladığım Riding in Cars With Boys... Film izlemeyi kafa çalıştıracak bir olay olmadığı için sevmem. Değişimi hakediyorum yine de. Ne yapmış ya da ne yapmamış olursam olayım hakediyorum. Telefonumu, gardrobumu, tarzımı, çizgimi, makyaj malzemelerimi bile değiştiriyorum.
Belki anılarımı da değiştirebilirim. Unutmanın ve ya başa almanın bir yolu olsaydı çok daha güzel olabilirdi her şey.
Aslında tek özlediğim zor bir antrenman, soğuk su ve suda terlemek. Bir de bu antrenmanın sonu.
Gerçekten çok özledim yüzmeyi. Dönmek güzel olabilirdi...
Neyse, arkadaşlarımı, nefes alışımı ve görmeme yardımcı olması gereken ancak bozuk olan gözlerimi seviyorum. Kendim olduğum sürece her şey güzel gidecek. Rol yapmaya, gülümsemeye ihtiyacım o kadar da yok.
Bu aralar var ama sonra olmayacak.
Her zaman pastayı kendime saklayamam..!

13.09.2009

Venüs

Çıkarken söylemiş miydim,
Seni seviyorum
Ayakkabılarını giyerken seni izlemiş miydim
İkimiz de kavgalıyken...

Tekrar gelecektin halbuki
Beni düşlerle boğmayacaktın...
Belki de para çekecektin
Düşünmekten, temizlemediğim tozlarla her yerde

Bir küçük için
Nasıl suya dönerim sensiz
Gelirsin diye
Okuyorum beklerken...

Umuyorum, kaptırmazsın başka bir hayatın akışına
Kendini, gidersen
Ben devam edebilir miyim?
Kimse telefonu açmıyor
Elbisemin fermuarını çekiyorum bir yandan,
Gelecek misin?

Bulutlarla mısın şimdi?
Yalnız oturamam, korkarım bilirsin
Bildiğimi...
Gittin mi ki?

Lütfenler kalmadığına göre
Kimse tekrar şenlendirmiyor evimi
Taşlara yazdığın isimlerimizle
Bazen bir nefes daha aldığımı hissediyorum...

Umuyorum, kaptırmazsın başka bir hayatın akışına
Kendini, gidersen
Ben devam edebilir miyim?
Kimse telefonu açmıyor
Elbisemin fermuarını çekiyorum bir yandan,
Gelecek misin?

Umamıyorum, yanıyor her saniye
Bana vermediğin sürece
Benim misin?
Ayakkabılarını bağlarken seni izlemiş miydim?

Bluzlerine sığınıyorum şimdilik
''Güzel Mazoşist''ini rafa kaldırmaya çekiniyorum...
Tek başıma suya girebilir miyim?
Kaldırabilir miyim?

Koşacaksam çayırlara doğru,
Çıkıp evden
Söndürmem gerek bir kaç anıyı
Tamam...

Lezzetli bir göçüş olacak
Belki birazını kullanıp geriye
Gelmeyecek bir balad olur duayenlere...
Rüya mı görüyorum?

Aynalara bakamıyorum hala
Kafamı karıştıran
Her ucuz şeyi bir kenara atıp gelmeyi
İstemek olmaz mı, ben düşünüyorum...

Saatler geçiyor
Her yeni bir kez daha eskiyor
Kafamda, delirecek gibi oluyordum
Başta, derinde; içinde

İçecek gibiyim kusmadan
Hepsini yerdeki şişeleri kırmadan
Gene, hepsini vermek zorunda değilsin
Benim için...

Durdurmaya çalışıyoruz seni
Sanki ilk günlerdeki kavgalar gibi
Senin üzüntün çabuk geçerdi...
Uyku gibi

Dergilerin bir köşeden bir başka köşeye
Geçerken sahiplenmemi istiyorlar, sahiplerini
Hiç özlemiyorlar mı?
Bu sefer gelen anahtar sesi

Kafamda mı uyduruyorum?
Gene ışığı yaktın, geldin odama
Kelimelerin anlamlarını sorguluyoruz
Birkaç verilen sözle birlikte

Schools -Not- Out For Summer (ANYMORE)

Sanırım ağlayacağım...
Okul açılıyor. Gömlek giymek zorundayım... Korkuyorum.

11.09.2009

Kimseler Görmesin

Parlak, siyah bir jeep yolun tam ortasında durdu. Kapısı açıldı. İçinden siyah, kısa elbiseli bir küçük kadın indi. Yüzünde ''Eğer bana dokunursan incinirsin!'' tarzında bir ifade vardı. İncecik kaşları ve hokka burnunun arasına yerleştirdiği büyük camlı siyah gözlüğü kendisini bir mafya üyesi gibi hissetmesini sağlıyordu sanırım. Bembeyaz teni ve kocaman kırmızı dudakları adeta birbirine kur yapıyordu. Geceleyin ayı seyretmek gibiydi. Karanlık çökmüş olsa bile içini dışarıdan ısıtır gibi görünen ancak buz gibi bir kadındı. Onu tanıyordum. Mardeaux! Tabii ya! Görmeyeli sadece bir kaç yıl olmuştu ve yirmisine basmış olmalıydı...
Ama buna inanmıyordum. Yirmi yaşında olamazdı! Oturduğum tarafa doğru döndüğünde bileğindeki saate doğru gözlerim kaydı. O da üzerindeki ve içindekiler gibi simsiyahtı. Üzerinde hafif bir cam vardı. O kadar. Ayağındaki ince topuklu, kırmızı ayakkabılar bana annesinin bir zamanlar giymesine izin vermediği ayakkabılarını çalan küçük kızı hatırlatıyordu. İçine kapanık, her şeyini saklayan bir kızdı. Ve şimdi gördüğüm kadarıyla değişmişti. Ancak hala insanlara kendini tanıttığını düşün-e-miyordum. İmkansızdı.
Birden bana baktı. Tanrım, beni görmüş olmalıydı! Ona doğru, babasının kırdığı dişlerimle gülümsedim. Bana tiksinmiş gibi baktı... Portföy çantasını eline alıp parasını saydı. Yanıma kadar gelmeye çalışmadı. Oturduğum kahvehanenin kapısına doğru bir yüz bıraktı. Sanırım gülümsemem ona dişçiye gidecek param olmadığı içinmiş gibi gelmişti... Yüze baktım. Yanına kadar geldim. Elime o parayı aldım ve ona doğru yürümeye başladım. Bu sırada jeep'ine varmıştı. Çantasını nazikçe yan koltuğa bıraktı. İçine bindi. Onun ince kolundan tuttum ve kendime çektim. Başta çok şaşırdı. Böyle bir tepki verecebileceğimi tahmin etmiyor olmalıydı...
Kemikli yüzüne ve ellerine dokundum. Kalbinin hızla atmaya başladığını fark edebiliyordum. Gene sırıttım ve çantasının olduğu koltuğa onu bindirdim. Sürücü koltuğuna binip arabayı çalıştırdım. Ve tek kelime edemeden sürmeye başladım...
Dişçiye götürdüm ilk önce onu. Elinden tutup bir randevu aldık. Dişlerim için o yüzden daha çok vermeliydi. Bu sefer çantasına doğru sırıttım. Parayı ödedi ancak sessizliğini koruyordu. Heralde onu ormanda boğacağımı falan sanmıştı... Bana verdiği yüzü ona vererek daha çok yaklaştım. Ve eline tutuşturdum. İyi de yapmıştım...
Gözlüklerini çıkartıp yeşil gözleriyle bana içten bir şekilde gülümsedi. Küt saçlarının içine ellerimi daldırdım ve çenesini hafifçe yukarı kaldırıp makyajını tazeledim. Sanırım ona bir baba şefkati göstermeyeli çok oluyordu...
Dişçiden çıkınca bu sefer onu oturttum sürücü koltuğuna. Garip bir şekilde gülümsedi. Arabayı sürerken ona benim kim olduğumu hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana başını olumsuzca salladı ve gözleri doldu. Kocaman gözleri kıpkırmızıydı. Birden direksiyondan ellerini bıraktı ve çantasını eline alıp içinden bir silah çıkardı. Ve, silahı bana verdi.
Mardeaux...
Kikirdemeye başladı.
O an anladım. Arabayı sürmeyi bıraktığında yokuştaydık ve araba takla atmaya başladı. Hız tutkunu Mardeaux!
''Seni seviyorum Vicci.'' dedi ve beni öpmeye başladı. Araba takla atmaya başladı. Buradan sağ çıkamayıp ikimizi de öldürmüş olacaktı!
Ancak araba denizin olduğu diğer bir uçuruma savrulmadı. Araba durduğunda ojesi bile bozulmamıştı!
O an gene anladım.
Daha doğrusu anladığımı sandım. Arabayı kilitledi ve elimden yavaşça silahı aldı.
Gözlerinden hafif bir ışıltı geçti. Beni kandırmıştı. Kazadan sağ çıkacağımızı biliyordu. Arabadan çıktı.
Parfümü ''No.5''dı. Bunu dört yaşındaki doğum gününde ona ben almıştım ve o zamandan beri kullanıyordu! Kalın bir dal kopardı. Beni arabadan zorla dışarı çıkardı ve sordu:
-Kalbine kazık mı yoksa tabanca mı? Eğer kazık olursa kaza ile olduğunu sanırlar ve ben de buradan çok uğraşmadan elimi kolumu sallayarak giderim. Sence? Bak iyi seç, bu senin ölümün...
En azından bana karşı hala sevgi doluydu...
Ama benim bıçak taşıdığımı bilmiyordu. Gümüş, özenle parlatılmış ve yesyeni!
Gözlerini kaldırdım ve aynı anda birbirimize o cümleyi söyledik:
-Senden nefret etmiyorum...
Ona sarıldım, o da bana sarıldı. O ateş etti, ben de bıçağı sapladım ve sanırım gene yanlış yere sapladım...
Düşene bir de düşen vurmuş oldu.
Gözlerim kapanırken kendisine de bir el ateş etti, deli.
Ve böyle bir hikaye daha anlatıldı... Sadece kurgu ürünü olan!

Bitti

Yok ettiklerimin hepsi yok edilmeye hazır olan kimselerdi... Hiçbir mesaj vermememe rağmen onlar gelip yok olmuşlardı. Normal bir insan gibi aradığım aşkı bulduğumda tiksinti, aradığım ilgiyi bulunca sıkıntı, aradığım düşmanı bulunca da barışı aramıştım ve arıyorum. Neyi istersem onu elde ettiğim anda çoktan vazgeçmiş oluyorum... Tam orta yerinde ayrılıp çekip gittiğinde ben ortada kalakalıyorum ve eskiden korkunç bulduğum ilişkideki aşkı bulmuş olduğumu ancak kaybettiğimi anlıyorum. Beni hiç bırakmasaydın, kara bahçenin içindeki ışığın olsaydım, kendimi kaybetmiş olmazdım. Aslında ihtiyacım varken beni bırakmasan belki daha başarılı olurum ancak klasik başarılı kadın-tembel erkek şeklinde devam etmek istemiyorum. Bu sene gideceksin zaten... Senin hayatını mahvedip burada kalmana izin veremezken kendimden de çok şey vermiş olacağım. Gitmeni aynı anda hem istiyorum hem de istemiyorum. Eğer ben şimdi gidersem devam edebilir miyiz?
Hayır.
Belki de bunu istiyorumdur...

10.09.2009

Beyaz Tavşan

Çöker gecenin kavalcısı,
Çocukları toplamaya buket buket melodiyle
Ancak çocukların ellerini hiç bilmez;
Hiç var mıdır yok mudur, görmeden...

Bir gün gelir -ki gelecektir
Gene gelince, kulak kesilir -ki kesilmiştir
Ses yoktur ancak sessizlik de yoktur
Bir kez çalar, bir daha çalar, çalar, çalar...

Kimse takılmaz peşine
Soran gözlerle bakar etrafındaki ailelere
Nefret ve acı vardır herkesin gözlerinde
Anlar;
O çocukları çoktan almıştır,
Götürdüğü ini olan iki dağ arasında
Asıl alması gereken farelerdi, yemesi gereken...

Tick-Tock

Geleli bir saat olmadı ancak düzenimi bozalı, düzenimi değiştireli sanki saatlardir burdaymış gibi davranarak bir gece daha huzurumu bozdu. Bana O'nun yanındayken bağırdı. Ruh hastası diye çıkışınca daha da bağırdı. Ve gene bir şeyleri fark ettim: Bizleri çocukluktan çıkaran asıl neden anneler. Çocuklukla ilgili tüm bağlarımız, anılarımız onlara saçma ve gereksiz geliyor. Kendisine bu kötülüğü gene annesi ya da başka bir güçlü kadın modeli onlara böyle olunmalıymış gibi geliyor -ve bum!
Keşke bıraksalar bizleri... Küçük kağıtlarımız, eskiden karaladığımız defterlerimiz, kenarda köşede kalmış çizgilerimizle biz gerçekten mutluyuz! Zaten kendin bir gün işe yaramadığını düşünüp atacaksın. Neden içimdeki mutluluğu öldürüyorsun? Küçük sevinçlerime ortak olmak yerine hep mutsuzluğu görüp böyle devam edeceğimi düşünüyorsun? Hep gülenlerin içinde acı taşıyan kişiler olduğu söyleniyor zaten...
Bir çocuğun sorumluluğunu almak ve onu bir çok hata yaparak büyütmek ne korkunç şey! Gerçekten ileride dün dediğim gibi ''kim'' olduğumu bulamadan adım atmak istemiyorum. Emeklemekten memnunum, çırak olarak yeni başladım, usta olmama da çok var ve ben emeklemeyi bırakmayı hiç istemiyorum. Hayal kurmadan bir günüm bile geçmesin... Gözlerimdekini hiç yitirmeyeyim!..

9.09.2009

Kimseye Benzemez Merkez

Kendi kendimi boğuyorum... Güneş dünyanın başka bir yerine göz kırparken ben burada karanlıkta kendime eziyet ediyorum! Adil olmayan pek çok şeyle yaşadığımı yeni yeni kabullenmiş birinin bari Güneş'ini almasınlar! Hayatta doyum yoktur ancak yıldızlarla yetinilmesi kabul edilemez!

9/9/9

Kim olmalıyım? Ya da kimin taklidini yapmalıyım? Yaşıtlarım gibi yaşamayı kabullenirsem ileride akciğer ve ya karaciğer kanseri olurum. Korkularım yersiz değil. Eğer kendimi bırakacaksam bir yerden sonra, ilk önce kim olmama karar vermeliyim... Bazı şeyleri başarmış olarak buradan ayrılmayı kafama koyduğuma göre kimlerle ne olmam gerektiğini biliyorum ancak planlarımın en ufak bir yerini değiştirsem her şey bozulacak. Ve seni bir yere sıkıştırırsam hiçbir şey olamayacağım. Düşünüyorum ve karar veremiyorum. Benimle konuşmayan, hayalsiz birini istemiyorum ancak seni öylece çıkaramıyorum.
İleride iyi bir kız kurusu olacağım sanırım. Olup olmayacağımı önemsemiyorum ancak yalnız olma fikri de hoşuma gitmiyor. Bazı sözlerim var. Ve bazı korkularım da.
Aslında şu fikir hiç hoşuma gitmiyor; hani ölümden sonra yok olmaktan. Ancak içindekinin yaşadığının farkındasın. O bedenden bağımsız. Nasıl yok olabilir? Bununla beraber sonsuza kadar varlığını sürdürme fikri de biraz saçma geliyor. Ama kabul etmesi daha kolay... İki ucu boklu değnek işte.
Tanrı küçücük çocukların yakınlarını yanına almasın. Böyle sorgulamaya gerek yok. Tek artısı erken deliriyorsun işte! Birilerinin senin yanında yer almasını isterken aynı anda nefret etmeye ve uzaklaştırmaya çalışıyorsun. Sanki uzağa gidince aklından çıkabilecekmiş gibi!
Düşünmek hoş değil bazen. Çocuklarınıza hoş olan şeyleri düşünmeyi öğretin...

8.09.2009

Eksi

Bıyıklı, kafasında örtü olan, her yeri kapalı kadınlar ve onların ''din ve kadınlar''dan sorumlu eşleriyle aynı şekilde yaşamak istemiyorum. Haklarımı ancak vücudumu örtmüşsem arayabileceğim bir yerde olmayı istemiyorum. Hayvanların sadece kurban bayramında sevilmesine karşıyım. Köpeklere günah denmesinden nefret ediyorum.
Ancak biliyorum ki, dünyadaki tavuk nüfusu insan nüfusundan daha fazla! Alın size kanıtı.
Türkiye bir çöl değil; kum fırtınalarımız yok; Tuareg de olamazsınız. Tanrı da kendi yarattığı şeylerin görünmemesini istemeyeceğine göre hangi olmayan mantıkla yaklaşıp kafadan bacaklıların senin de beynini yıkamasına izin veriyorsunuz? Okutmuyorlarsa, örtünmeni istiyorlarsa, gencecik yaşında çocuk yapmanı istiyorlarsa yardım iste birilerinden! Çağrını kim duymazdan gelebilir? Bu hayat senin. Doğru kullanmazsan nasıl ileride ''hakkıyla yaşadığını'' söyleyebilirsin? Vücut hatlarının görünmemesi gerekiyorsa neden varlar o zaman? Kilo al? Şiş? Reşit olmayacak mısın bir gün? O gün sisteme karşı koy! Emin ol arkandan neler neler diyecekler ama değmeyecek mi? Arkana dönüp baktığında kendini özgür hissetmiş olmaz mısın? Asıl günahı kendi iradeni kullanmadığın zaman işlersin. Sana zihin kullanman için verilmemiş mi? Öyle demiyor mu? Tanrı bu kadar korkunç olamaz. Kadınlara zulmü isteyebilir mi?
Asıl ayıp ''Atatürk Çocukları'' olamamak değil midir? Yenilikler boşuna yapılmadı. Boşuna laik bir devlet olduğumuz yazmıyor anayasada. Hala umut var işte!

7.09.2009

Önem, An, Anı, Eşdeğer, Becherglass

''Kim uyuyor? Ben uyumuyorum.''
Vücudumda küçük yara izleri var. Önemli olan anıları belgelemek yerine en gereksiz anıları yerleştiriyor birer birer...
Kısacası:
Midillime KİM bindi?

Bu Akşama Değer Miydi Zaman Kaybım?

Bu akşam seni aramadım,
Değmezdi
Konuşmazdın bile benimle
Yalan söylerdin
Bu akşam seni aramadım.
Dün de aramamıştım...
Gece gece dönecekken evine
Yolunu unuturum
Değmezdi
Bu akşam seni aramam
Son kez olacaksa
Belki
Bu akşam solmadım ben
-Solmamıştım
Değmezdi
Bu akşam sen gidene kadar seni yatağımda yalnız aramadım
Belki biri olsa
Aramazdım da

Bok Canına; xoxo!

Sıçtığımın şeyi. Eline ne geçti bana vurmakla? Bir iki kan akıttın, hıncını çıkardın, değil mi? Salak! Eğer dahasına yeteneğin olsaydı yakardın da... Ama yapamazsın! Sen beni sevdin, sen bana bir başka hayat verdin bunu yapman boşuna olurdu. -Ve yapmadın da. Delilik bizi ayırana kadar, beyin ölümüm gerçekleşip beni çöpe atana kadar peşindeyim, sevgisiz sevgilim. Ben gitmeyeceğim, sen gideceksin!

6.09.2009

Siteler Kurmasınlar Yeşilliklere, Tepelere


Gecem gündüz olmuş, her gün yazar olmuşum. Hatta yarın için plan bile yapıyorum... Bu aralar modellik yapmak istiyorum. Sonra çekilen resimlere bolca efekt vermeyi. İlk kendi çektiklerimle uğraşırsam daha iyi olur ama maymun iştahlı ve fotojenik biri olarak geçmediğim kareye kare demem!
En azından kıyısından köşesinden gireyim, değil mi? Fotoğrafçı var hazır, ama teklif yok bana. Ben böyle işi ne yapayım o zaman? Görmüş geçirmiş, pısırık biri olarak bunu nasıl teklif ederim?
Neyse, aylardan sonbahar. Hani sonbahara yaşamın durduğu mevsim derler ya, anlamam. Ben bu mevsimde doğdum, nereden çıkarırsın ölümü; asıl yazdır ölüm mevsimi! İlkbahar da değil. Kış da değil. Severim ben onları da... Yaz bence. Yok yok, yaz...
Aslında gözlerim yeşil olsa fena da olmazdım. Belki de nereden çıkardın ki şimdi deyip beni odunla kovalayacak, pet şişeyle kafama vuracaksınız ama bence güzel olabilirdim. Çirkin değilim, banane! Bloglar biraz da megaloman işi değil mi? Hangi deli kendisinden bahsetmez? Ben baş deli olarak ediyorum haliyle, şuan arkadaşlarımdan başka pek birileri okumasa da; ben kendimden bahsetmesem, başkasını anlatsam pek ilgi çekmez. E bu zaten mantıklı olanı bence de. Hem kim megaloman değil ki? En azından ben öyleyim. Kısacası, yeşil renk göz bende kötü durmaz. Bir de ben fotojeniğim. Ancak bu sizin umurunuzda bile değil...
Olmasın da. Size ne bundan. Ama okuduğunuz ve bana şuan içinde sinir olduğunuz için teşekkür edebilirim. Edemez miyim yoksa? Ben sinir bozucuyum, evet, ancak kendimi değiştirirsem ''Tuna T.'' olamam. Babam gibi ve ya ailemden gelen güzel ''genler''deki yazı aşkını ve tarzını kaybetmiş olurum. Ancak dediğimde haklıyım, bak bir düşün, bloglar megalomanların işi. Öyle! Kabul et...
Kendime gece gece sıfatlar yakıştırıyorum şuan: Ömür Törpüsü, Narsist, Bencil, Feminist, Benmerkezci, Maymun İştahlı, vs.. Heralde O okusa şuan ''Gerçekten doğru, ne zor insan şu Tuna!'' der. Desin. Zaten geçen gün morali bozuk, ağlamaklıydı. Takmadım. Ama neden? Ne anlamı vardı takmamamın? Hastahanede benim değerli canım sıkılınca onu aramış konuşmamış mıydım? Bana üç dakikasını harcamamış mıydı? Kötü biri değil ancak o da benmerkezci ve bencil bu konuda. En azından sevgi konusunda sıfır. İçinde var mıdır bilemem genel olarak ancak yine de yaşasın dursun. Bir yararının olmadığı gibi zararı da yok. Küçük deistcik ve küçük agnostikcik. Sapkın inanışlar konusunda gerçekten harikayız ama. Bir tanesini seçsek de devam etsek yok. Ama ben seçeceğim, buna kararlıyım. Seçtiğimin ne olacağını biliyorum ama gene de seçene kadar ''seçilmiş'' olarak doğduğuma ikna olmayacağım. Zaten sonra da bu düşünceyi taşımam -taşıyamam. Zor bence!
Hayat, gece, gündüz, uyku, hepsi zor! Eğer nefes almak alışkanlık olmasaydı almaya üşenirdim. Tembelin tekiyim. Sıcacık sweatshirt'ümün içinde, yumuşacık bir yatakta pineklemeyi her şeyden daha çok seviyorum... Kış gelse keşke diyeceğim ama buz gibi havada buz gibi suda yıkanma takıntım olduğundan ellerim, tırnaklarım bir ölünün elinden pek farklı olmuyor... Hiç ölü gören var mı bu arada?
Uykum gelmedi pek aslında ancak saçmaladığımın farkındayım. İnsanlar daha ciddi yazıyorlar galiba ve ben ayak uyduramadım sanırım pek... Neyse, yaz ayları en kötü yazdığım aylardır. İnsanın yaşayış biçimi bile değişiyor. Her şeyden öte yılın bitimine yaklaşıyorsun. Bir yaş daha yaşlanmış olmak kötü. Belirli bir senede dursun işte, çok mu zor! Evet, onbeş yaşında yaşlanmaktan korkan biriyim ben. Daha ömrümün yarısında bile değilim demek isterdim ama ne zaman öleceğimi bilemediğimden bir şey diyemeyeceğim. Eğer otuz yaşına gelebilirsem söz herkese onbeş yaşındayken daha ömrümün yarısındaydım diyeceğim. Biraz saçma ama eğlenceli bence.
Eğer hayatta batmamaya çalışacaksam biraz keçilerimi birer birer kapalı bir mekanda kaçırmalıyım. Çıkış olmazsa kaçırmış olmam sanırım, ha? Hayal kurmayı beni daha çok mutlu eden bir başka dünyaya taşıdığı için seviyorum işte! Kendi kurduğum dünyaya yalan söylemek bu...
Korkularımdan en büyüğü ise hayal kurmayı bırakmak olacak. Hani içindeki çocuğu öldürme derler ya, bunu çocukken anlamıyorsun, bu ne be!, diye kabaca savuruyorsun bir tarafa... Genç oluyorsun, amaaan, yok öyle bir şey, diye zihninin en karanlık, en uzak köşesine yerleştiriyorsun ve -bum! Otuzlu yaşlarında anca bir çocuğun olduğunda hatırlıyorsun ki sen de bir çocuktun! O sana bir dönem kendi kafasından yalanlar uydurup anlatınca sen de şaşkınlıktan kendini alamıyorsun! Ne güzel... Bir gün gelip o sana ''Sen hala hayal kuruyor musun?'' diye sorduğunda anca gevelersin tabii. Bence yirmi yaşlarında bir kere bıraktın mı, hiç devamı gelmiyor. İşte ben en çok bundan korkuyorum.
Tuna T. ile Harikalar Diyarı... Bırakmayın ya kafanızdan öykü uydurup oynamayı! Bırakmayın çizgi filmler izlemeyi! Lego oynamayı, Barbie'lere kıyafet giydirmeyi...
Çok da saçmalamadım bu gece. Sonlara doğru toparladım mı ne!
Yazmayı ve düşünmeyi sevin sevdikçe de kendinizi okuyarak geliştirin. Tek düzgün yol bu çünkü.
Bir kere de bir çocuktan çocukluğu dinleyin..!

Bilmediğine İlişme


Çok dolu... Sanki sonlarına doğru insanı derin hisler kaplıyor ve boğuluyorsun aynı anda yazıda hızlanıyor... Başkalaşıyorsun duruma. Bir kurbağa gibi değil. Bir peri gibisin. Ağırlığın sıfır. Değnek yetiyor. Bu zamanlarda durmadan içeceksin.Durmadan! Ne kelime oyunları ne de hayat yeter sana. Oyalanmak yok. Senin boşa geçirebileceğin zamanın var mı fazladan? Varsa gel. Yoksa zaten salaksın. Bunu aktarmak bile istemiyorlar aslında ancak elin kalem tutuyorsa saklayacak bir şeyin yok demektir. Sır yok, illa ki geçecek! Söz uçar, yazı kalır... Eğer söz adamıysan şanslısın. Yazmayacaksın şu hayatta. Dökmeyeceksin kağıda içindekileri. Hem... Hem kağıt kim ki? Ne diye gelirsin buralara kadar... Eğitimin var mı senin? Yok. O zaman gelme. Gelme, git! Bilmiyorsan da söyle, gönderelim. Bütün bunları öğrendin, tamam, şimdi sıra sessizlikte diyerek kovalayalım mı seni? Ne istiyorsan bırakacaksın. Beni boğan şey kusmuğumdu. İçip içip sızarsan boğulursun işte. Bu yüzden, sakın kendini gebertme. Bak sana diyorum! Hişşt! Of, adam gene uyudu kaldı. İşe yaramaz pis herif! Vurdum, evet, vurduysam ne olur? Sonunda beni gebertecek haliniz yok ya! Gülemezsin burada. Çat! Kapıyı çalınca kötü adamlar, kaçacak delik aradın, değil mi? Hiçbir şeyi kendi dilbigisi kurallarına göre yazma. Ben öyle yapıyorum, izle! Bu kadar virgülü, düşünceyi, hikayeyi nasıl bulurdum sanıyorsun? Eğer içinde kapatacak bir şeylerin yoksa açık kalmaya mecbursun. Haydi, haydi, haydi! Biraz daha sık kendini. Durmadan, düşünmeden, duymadan aktarmak niye? Elbet duymayacaksın dışarıdakileri ama bırakmak yok. Kim olursa olsun! Hakettiğin bu değil. Benim de değildi. Düştüğüm duruma bak! Acınacak halde olmayı geçtim ama. Sokağa ne çıkıyorum ne bakıyorum artık. Fareler gibi lağımdan çıkmıyorum. Zavallıyız ama artık sen de aramıza katıldın. Daha iyi. Bir kişi daha geldiğinde bizler hep seviniriz. Sanki sonbaharlar ilk bahara döner! Nahoş bir tat ile... Ağzımıza tıkarlar bir de! Ah, o beyaz yaratıklar... İçeride hayvan bile besleyemiyoruz. Dışarı çıktığımız an bizi yakalama şansları var. O tabanca senin, bu tabanca benim. Gel, bak şu herifi vurmalısın, tamam mı? Beni senin başına boşuna vermediler. Eğer öldüreceksen hakkıyla öldüreceksin! Gel diyorum sana! Ah... Neden ben?
Çünkü sendin aradığım. Evet, boşuna seni bana vermediler...
Dedi ve güldü geçti.
Adam yerde kalakaldı. Genç bilmiyordu ki, onun içinde çelik yelek vardı..!
Son.
Ve onu vurdum.

je t'aime

İnsanları, otobüsleri, kıyafetleri, hayatı, zorluğu, sevinci sokaklarda görme gibi bir lüksüm yok artık. Özgürce koşup oynama, ileride olup biteni görme gibi olanaklarım sıfır. Neden? Gen denilen saçma sapan şeyler sayesinde benim de gözlerim bozuk. Neden? Ben gözlük denilen, yüzüme oturmayan şeyden nefret ediyorum.
Kullanmayacağım. Bana en güzelini, en yakışanını bulup getirseler bile kullanmam. Kullanamam! Bir şeyin yardımını almaktan hoşlanmıyorum. Kimseden! O zaman kendimi yardıma muhtaç hissediyorum... Zorunda değilim, gerekmediği sürece kullanmayacağım!
Tabii, benim gözlerim bir ya da sıfır yetmişbeş değil. İki buçuk! Hatta daha bile büyüdü gitmeyeli doktora. Aslında benden daha kötü durumda insanlar da var... Düşününce bunda bile şanslıyım. Çoğu konuda çoğu insandan şanslıyım. Bu mantıklı mı? Ben evdekilere hükmederken, evdekiler hükmediyor çoğu çocuğa. Şanslıymışım... Sorduk mu?
Pırıl pırıl görmeyi istiyorum. Pırıl pırıl, camlara ihtiyaç olmadan görmek istiyorum. Ne cam ne de silikon parçalarına. Tek isteyim bu mu? Değil tabii ki de! Asla bitmeyecek isteklerim var. Asla bitmeyecek hem de! Aç gözlüyüm, maymun iştahlıyım, bencilim, benmerkezciyim ve feministim. Herkesin kullanabileceği kelimeleri kullanmanın saçma olduğunu düşünen, bir arayış içinde ki deliyim bir de!
Gerçekten deliyim...
Ve Tuna T. olarak, asla anneannem dışında kimseye sevgimi ne göstereceğim ne de söyleyeceğim. Yalnız yaşamanın faydaları bu: Yalnızlık! Gülümsüyorum, hani sen göremezsin ya şimdi; şimdi dudaklarım aralandı, gülümsüyorum pür dikkat. Bir kaç anının içinde boğulmamak için unutmam lazım.
Tanrı beni korusun, Tanrı bana yardım etsin, Tanrı beni kutsasın, Tanrı...
Boyum uzamış.
1.67'yim.
Kısa mı, evet.
Neyse...
Herkese tünaydınlar, iyi akşamlar ve günaydınlar... Çünkü gün hep ortasından başlar!
je t'aime

5.09.2009

Neredeyiz Ki Biz?

Aile ziyaretine gittiğin günlerde eline aldığın,
Kusursuz sevgilinim sanırım...
Anca hayallerde olabilecek
Ve hiç gülümsemesi solmayacak

Mutsuzluğundan besleniyorum desem?

Benden Bana Nefret

''Nefret ediyorum
Gene
Çocukluğumdan
-Beni benden aldığın''

Ve seni yine seviyorum
Doğum gününü kutlamamış olsam da,
Arkandan pezevenk desem de,
En azından sevmek zorunda hissediyorum...
Ardından da bir sigara yakıyorum
Sana özledim diye bir mesaj atıp,
Adını tekrarlıyorum...
Bir genelevde sürekli aynı orospuyu almak gibi;
Delice bu!

Pastayı Yiyip Kremasını Bırakmak İstiyorum


İçeri girdi. Karanlık bir odadayız. İlerledi. Yürüdü, yürüdü, ve sonunda fırının önünde durdu... Bir an için ne yapacağını anlamadım. Ancak başladığında sadece durdum, o benim olduğumu anlamadı, ben de sesimi çıkarmadım.
Kahverengi, şekil şekil güzel şeylerdi. Tadlarına ancak o gittikten sonra bakabildim ama gerçekten eşsizdi... Hiç güzel olabileceğini düşünmemiştim. Zaten ...ime az kalmıştı ve benim de canım çekiyordu. Doyamadım kısacası.
Bir arkadaşıyla konuşurken ''bir kadının kendisini kadın hissetmesi'' için gerekli olan tek şeyin iyi çamaşır olduğunu söylemişti. Sonra iyi saçlar, bakımlı eller ve güzel, tam bedene göre bir kıyafet...
Siyah, çenesine gelen küt saçları vardı. Zamana göre çok moderndi. Üzerinde siyah, kısa bir elbise; ayaklarına ise ince topuklu kırmızı ayakkabılar giymişti. Ellerinde her zaman taktığı güzel eldivenler...
Aslında bizim batıyla ''esmer'' anlayışımız farklıydı. Onlar siyah saçlı, beyaz tenlilere bile esmer derken doğuda ki esmer, koyu tenli, koyu renk saçlı insanlardı.
Bu kadın da ''bize göre'' esmer falan değildi.
Çok bakımlıydı!
Sık sık fırını kontrol etmeye başladı. Terliyordu. Bembeyaz tenine vuran azıcık güneş ışığı onu daha da solgun gösteriyordu. Etraf sıcaklaşmıştı. Defterindekileri kontrol etti. Her şeyi doğru yaptığına emin olduğunda gülümsedi. Dolgun dudakları gerildi, gerildi, neredeyse üst dudağı görünmez oldu. Küçücük dişleri vardı. Küçücük ve bembeyaz... Ayrık biraz da.
Kadın çok güzeldi!
Fırının kapağını açtı. İçeriye hoş, tatlı bir koku geldi. Tepsiyi masaya bıraktı. Tam yanımdan şıkır şıkır öterek geçti. Parfümü gerçekten kaliteliydi sanırım...
''Mmmh!''
Evet, bu sesi ben çıkarmıştım... Birden arkasına dönüp baktı. Sonra omuzlarını silkerek yukarıya doğru çıktı. Birden sendeledi ve aşağıya yuvarlandı. İçimden bir ses ona yardım etmem gerektiğini söylüyordu ancak bunu yaparsam yakalanırdım.
Neyse, kendini toparladı ve yukarı çıktı. Dizleri parçalanmıştı ancak zamanı yoktu.
Benim de!
Gittiği an yerimden çıkarak tepsiye doğru koştum. İçlerinden bir tanesini aldım ve tadına baktım.
Nefisti!
Ve işte tam o anda gerçek çikolatanın tadına baktım...
Dünyanın en güzel ev yapımı çikolatasıydı!

Umur-u Dünya


Bütün mail'lerimi siliyorum
Seni kıskanırken
Ölüp gidiyorum
Bir nefes içinde...

Aft Mı, Uçuk Mu?

Dudağımda çıkmış kahrolası bir yara var. Ve, canımı yakıyor.
Anneannemlerde kalıyorum. Bir kaç gündür annem eve uğramıyor. Küçük kuzen doğdu, sevinçlerine ortak oluyor. Bugün son gün. Dönmesini bekliyorum. Ama annemin değil, kuzenimin...
Daha yeni yeni açtığı gözlerinde yaş var. Ağzında ise bir kuruluk, bir çığırış. Bilmiyor ya nasıl besleneceğini... Aç kalıyor durmadan. Elleri ise delik deşik. Mosmor! Doğduğundaki morluk değil. O üşüme -idi. Bu ise başka. Bu, kan alınan küçük bir el. Bu elde acı var.
Ben de öyleymişim doğduğumda.
Hala da öyleyim...
Ellerim mosmor, tenim bembeyaz, gözlerim kocaman kocaman ve ağlamaklı. Her bir damarım görünüyor ellerimde. Sanki bir yaşam saklı içlerinde. Kısacık da tırnaklarım... Yenmekten kalmamış gibi duruyorlar bence. Yaşlanınca ellerimin nasıl olacağını tahmin edebiliyorum, ince uzun, damarları çıkık, kırışıklıkları olan ama güzel bir el. Hiç kan alınmamış...
Evet, hayatım da öyle: Hiç kan alınmamış... Yazık. O yüzden saldırıyoruz kanı gördüğümüzde bence. Birinden çıkar, birine gelir. Lezzetsizdir ama yaşam verir.
Hayat gibi boş değildir.
Odana ilerliyorum şimdi, ne zaman geleceğini düşünüyorum; bir yandan da kalbim hızla atıyor...
Korkmaktan başka ne yapabilirim?
Arkada da köpek havlıyor.
Aslında yaşadığım şekli seviyorum.
Sen, sweatshirt'üm, Bozo'm.
Hepimiz bir olurken uçup gidiyorum, gülegüle!

Neyi Biliyorsan Onu Bilmiyorum.

Dünyanın dönmediğini kanıtla.
Benim şuan yaşamadığımı göster.
Ve biraz da su getir bana.
Eğer kanım şarapsa, bulutlar aslında buharsa ve yaşam ölümse nasıl bir ruh hali içinde olmamı bekliyorsun? Masallardaki kahraman çocuk olup ülke yönetemeyeceksem anlatıp özendirmenin ne anlamı var? Ya da yazdırmanın... Garip bence.
Ne dediğimi bile bilmeden yazıyorum ve belki de yazım anlatım bozukluklarıyla dolu!
Bu ''benim için'' kabul edilemez!
Ve biliyor musun, ben bir şeyi farkettim.
Her insan yazabilir. Her insan, yaşamının her evresinde yazabilir. Bu yetenek işi değil! Gerçekten...
İstersen çocuk ol, istersen genç, istersen yaşlı...
Her an yazabilirsin! Yeter ki, kurgu aşamasını geçmiş ol. Bu aşamadan sonra, bir şeyler içinde kıpırdanmalı ki yazasın! Ya da bir şeyler olmalı.
Yazınla yaşarsın... Hayatında hep kalem olur.
Yazsan da, çizsen de, eline rastgele almış olsan da.
Ne güzel...